Kırılmaktan Korkmak
Kırılmaktan korkmak, güçlenme yolunda adım atmaktan geri durmak; kırılmamak için deneyimden uzak durmak, güçlenmeye direnmektir.
Birçoğumuz yaşamakta olduğumuz düzen içerisinde rutinimizin bozulmaması, canımızın sıkılmaması ve kalbimizin kırılmaması için bildik sınırların dışına çıkmaya çekiniriz. Kişi bu noktada kendini koruduğunu düşünür ve bildiği yolda devam ettiği sürece her şeyin olumlu bir çizgide devam edeceğine inanır. Alışılmışın içinde çok da kıpırdamadan ilerlemek zaman içinde yeni deneyimlere yönelik de bir körlük yaratır. Bir süre sonra artık heyecan duymadığımızı, herhangi bir şeyden keyif almadığımızı hisseder, hayatımızda bazı renklerin eksik olduğunu görürüz.
Deneyimler oldukları gibi, başımıza geldikleri şekliyle özeldir. Yeni bir işe veya yeni bir ilişkiye başlarken hesaplarımızı ve kalkanlarımızı bırakamamak kişiyi ağırlaştırır. Kendini korumak adına, spontaniteyi kaybeden kişi, ilişkiden keyif alamaz hale gelir. Savunmalarını bir kenara bıraktığı anda kötülük göreceğine inancı tam olan kişinin; bir yandan kendini koruduğunu düşünürken, bir yandan da değerli yönleri ya da kendine özgü biricik yanları paylaşılmadan kalır. Özellikle iki tarafın da savunmacı yaklaştığı ve kendiliğindenliklerini yaşayamadıkları ilişkilerde; iki insan birbirini aslında hiç tanımadan ilişkinin bir sona geldiğine tanık olunur. Bir taraf ötekini gördüğü şekliyle değerlendirir, bilinçdışı olarak da sezer. Gördüğü ve hissettiği arasında bağ kuramayanın huzursuzluğu, ilişkiyi tek taraflı ya da karşılıklı olarak nedeni bile anlaşılmamış bir sona ulaştırır.
Her yeni deneyimi içindeki bilinmezlik, olası zorluk ve beklenmedik güzelliklerini düşünerek karşılamak ve her katmanı eşit şekilde kabul etmek anlamlıdır. Olumsuza müsade etmemek, keyifli olanı da engeller; başka bir deyişle ilişkiyi paralize eder. Kendini, ötekini ve ilişkiyi olduğu gibi karşılamak, kendi süzgecinden geçirerek deneyim literatürüne katmak kıymetli; bunu birlikte yapmak zenginleştiricidir.